Ersin Antep
(Bu yazı, Andante Dergisi'nde yayınlanmıştır.)
Müzikbilimciler üzerine tartışmalar hazır soğumuşken, bir durum değerlendirmesi yapalım.
Türkiye'de eğitim alanında kurulan ilk müzik kurumu; bilindiği üzere Musiki Muallim Mektebi (MMM) idi. Makam-ı Hilafet Muzikası, Ertuğrul Muzikası yerine Osman Zeki Üngör idaresinde Ankara'ya geldiğinde Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını aldı ve gelir gelmez üyeleri, MMM'ni kurdu. Okul, Cumhuriyet Türkiyesi'nin müzik alanında lokomotif kurumu oldu. Mezunları, Üngör'ün birer heykeli olarak yurdun dört yanına müzik meşalesini yaymak üzere görev aldı. Her akşam Çankaya'ya çıkan öğretmen ve öğrencileri, gerçekleştirdikleri dinletilerle Mustafa Kemal'in gözbebeği durumundaydı.
Tüm müzik kurumlarının da başında olan Okul Müdürü Üngör; MMM'yi bir müzik akademisine dönüştürmeyi tasarlamıştı. Hem sanatçı yetiştirecek, hem müzik öğretmeni ihtiyacını karşılayacak, hem de birkaç yıl içinde kurulacak olan operaya eleman sağlayacak bir öğretim yapısını öngörmüştü.
1934'te İran Şahı'nın geldiği günlerde, Atatürk ile MMM yönetimi arasında buzlar oluştu. Ardından Üngör, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yöneticiliğinden alındı. Paul Hindemith'in davet edileceği süreçte, oğlu Ekrem Zeki'nin ısrarıyla Musiki Muallim Mektebi'ndeki görevinden de ayrılan Üngör, İstanbul'a döndü. Devlet Konservatuarı'nın kuruluşu aşamasında MMM, mevcut öğretmenleriyle eğitimine devam etti ve "yalnızca müzik öğretmeni yetiştiren bir kurum" vasfında olacağı yönündeki kaderi, iyice netleşti. Hindemith'in tavsiyesiyle Ankara'ya davet edilen müzik adamlarından Eduard Zuckmayer ise; beklemediği bir görevle MMM'ne atandı. Zuckmayer, bu atama sonrasında, konservatuar için davet edilmişken, müzik öğretmeni yetiştiren bir okula atanması sonucunda, öğrencilerine "sanatçı vasıflı müzik öğretmenleri" misyonu yüklemeye gayret gösterdi. Ankara Devlet Konservatuarı'ndaki bazı hocaların da katkılarıyla bir tür çekişme başladı. Gün geçtikçe MMM, daha doğrusu müzik eğitimi verilen kurumun, sınırları daraldı, olanakları azaldı. İş, günümüzde müzik öğretmeni yetiştiren birimlerin, anabilim dalına kadar gerilemesine vardı.
Bir anabilim dalına sıkışan Müzik Öğretmenliği, birçok öğretim elemanı için pek az akademik kadro olanağı ile yetmemeye başladı. Formasyonuna, yüklü akademik puanı olmasına, bilgisine ve tecrübesine karşın, birçok değerli müzik eğitimci, dallarından kopmak durumunda kaldı. Diğer yandan, "bizde de bir konservatuar olsun yav!" düşüncesinde olan kimi rektörlerin isteği ile müzik öğretmenliği anabilim dalındaki eğitimcilere, "konservatuar kurma" görevleri verildi. Bir üniversitedeki görev, diğer üniversitelerde örnek alındı. Müzik eğitimcilerin, özellikle yeni üniversitelerde konservatuarlara geçişi başlamış oldu. Konservatuarların temel müzik dersleri, müzik eğitimcilerce üstlenildi. Akademik ilerlemesini sürdüren müzik eğitimcilerin kimileri, doçentlik ve profesörlük basamaklarında, müzikbilimi seçmeye başladı. Müzikbilimcilerin İstanbul, Ankara, İzmir dışında pek az yerde çalışması, en önemlisi de müzikbilimcilerin haberi dahi olmadan kurulan bölümlere, hemen yan binadan müzik eğitimcilerin atanması sonucu; müzikbilimde ciddi bir müzik eğitimci yoğunluğu yaşanır oldu. Doğal olarak doktora eğitiminin sonuna kadar müzik eğitimci olup da birdenbire müzikbilim doçenti veya müzikbilim profesörlüğüne talip olan ve bu unvanı alanlar çoğaldı. Müzik alanında profesörlük almış olanlar, istedikleri daldaki akademik dosyalara jüri olarak atanabildiği için; gelen dosyaları çoğunlukla bir müzikbilim gözlüğüyle değerlendirememeye başladı. Müzikbilimcilerin kurduğu ve öğretim verdiği pek az müzikbilim bölümü kaldı.
Elbette müzikbilim içinde, müzik eğitim bilimi adında bir dal bulunmaktadır. Türkiye'de, müzik eğitimini inceleyen, öğretim teknikleri gibi birçok yönde araştırmalar yapan, yöntem geliştiren müzik eğitim bilimi ile uğraşanlar da bulunmaktadır. Rahmetli Edip Günay'ın yanısıra, Ali Uçan, Erdoğan Okyay, Abdullah Uz ve Mehmet Ali Özdemir gibi değerli müzik eğitimcileri; bu alanda önemli çalışmalar üretmektedir. Aynı zamanda Günay ile birlikte Ertuğrul Bayraktarkatal gibi değerli kişiler, müzikbilimin diğer dallarında nitelikli çalışmalarıyla önemli noktalarda değerlendirilmektedir.
Ülkenin en değerli müzik neferleri olan müzik eğitimcileri, büyük saygıyı hak ediyor ve bitmek bilmez enerjileri ile değerli öğretmenler yetiştirmeye devam ediyor. Belki de ülkenin üniversiter sistemi içinde "en ahlaklı, en duyarlı, en samimi ve en terbiyeli" öğrenimine, neredeyse aile yapısı içinde, halen müzik eğitim dallarında rastlanıyor. Ancak unutmamalı ki; "taş yerinde ağırdır". Müzik eğitimcilerin yer aldığı müzikbilim bölümlerinde, ciddi öğrenim ve üretim sorunları ortaya çıkıyor, üretilen ödevlerde ve tezlerdeki nitelik sorunları, son dönemde sıkça telaffuz ediliyor. Mezunların seviyesi hakkındaki ifadeler ise; daha acı durumları işaret ediyor. Çeşitli üniversitelerden mezun müzikbilimci adayları, kimlik, kişilik ve varlık sorgulamaları içinde, müzikle ilgili dersler vererek veya başka işlerde çalışarak geçimlerini sağlamaya, öğrenimlerini sorgulamaya devam ediyor. İşin ucu; en gerçek biçimiyle, mezunlara dokunuyor. "Benim formasyonum uygun değil!" diyerek müzikbilimle ilgili tartışmalardan, etkinliklerden ve çalışmalardan da uzak duran, ancak müzikbilim öğretim kadrosunda yer alan müzik eğitimcilerin bu durumlarını, aslında diğer meslektaşları da pek uygun bulmuyor.
Birçok müzik eğitimciyi, yakından tanıma, çalışmalarından faydalanma olanağı bulduk. Disiplinli, araştırmacı, bilgiye saygılı, ciddi ve prensip sahibi halleriyle her zaman örnek aldığımız, hatta gıpta ettiğimiz müzik eğitimcilerin, dar olanakları aşarak gerçekleştirdikleri işleri takdir ettik. Pek çok müzikbilim etkinliğinde, konulara dair dikkatleri, literatüre olan hakimiyetleri ve Türkçe'yi doğru kullanmalarından dolayı, onları bilim kurullarına, oturum başkanlıklarına davet ettik, hep ne denli doğru karar verdiğimizi gördük.
Genel alışkanlıktır! Okunan yazının veya dinlenen konuşmanın yalnızca olumsuz tarafları akılda kalır. Bu konuda, duygusallıktan sıyrılarak eleştirel bir değerlendirmeye gereksinimin güçlendiğini belirtiyoruz. Ayrıca müzikbilim alanında yaşanan sorunların tek sebebinin, bu bölümlerde bulunan müzik eğitimcilerden kaynaklanmadığını da eklemeyi uygun buluyoruz. Sağduyusuna güvendiğimiz müzik eğitimcileri ile konuyu kişiselleştirmeden ve şapkayı önümüze koyarak bir değerlendirmede bulunmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu anlamda, bölümlerde müzikbilim formasyonlu olarak çalışanların da sürece; doğru, samimi, irdelenmiş ve düşünülmüş biçimde katkı sağlamasını gerekli görüyoruz.
Belki de, "Müzikbilimde Müzik Eğitimciler" başlıklı bir toplantıyla, bundan sonrasını hep beraberce masaya yatırmalıyız! Bunun yanında, dosya değerlendirme konumundaki müzik profesörlerinin, müzikbilim dosyalarında daha duyarlı davranarak, alanda çalışma yapanlara danışması konusunda duyarlı olmalarını beklemeliyiz. Unutmayalım ki; sözkonusu olan, ülkenin müzikbilimi, müzik eğitimi ve geleceği… Sağlam bir müzikbilim; doğru bir müzik tarihi ve sağlıklı bir müzik demektir. Onun için her şeyin, en iyisi olmalı!