ERSİN ANTEP
Defter
Ağustos’ta “Yağmur” bekleniyor. Babası haftaya işsiz kalacak. O geldiğinde, sosyal güvencesi olmadan, kimbilir nerelerde ekmek ve cibinlik parası derdinde olacak. O’nun babası bir “yıldızlı”! Ama aynı zamanda da bir misafir… Ama O’na, hiç de misafir özeni gösterilmiyor.
Çeşit çeşit hikayeleri var. Bu hafta son kez buluşacaklar. Bir daha, Allah kerim! Ne olacakları, ne yapacakları, başlarına ne gelecekleri meçhul…
İçlerinden biri; dört kuşak aşçı aileden. Bol “yıldızlı” otellerin mutfağında değil, bizzat yerleri çok “talaşlı” esnaf lokantalarının, O maharetli ustalarından… Tutturmuş, “ben müzik çalmak istiyorum” diye! “Yavrum nerden çıktı şimdi o?”, “Biraz daha büyü, söz alırız” deseler de, yok! Dinlemez. Anlamış dede! Eee! Kimin damağına hangi tat gider, bilen adam ne de olsa. Torunun, sabah-akşam önünden geçtiği Kültür Merkezi’ndeki afişlere, çocuk oyunlarına, müzikallerine özendiğini anlar. “Karışmayın torunuma” der ve ertesi gün tuttuğu gibi kolundan, alıverir şöyle çok siyahı, çok beyazı olan bir org… Müzik tutkusu, aile arasında dinleyenlerin ilk alkışları; damarlara sıcak sıcak enjekte etmiş sanatçı ruhunu…
Diğeri “ben başka işten anlamam ki! Ömrümü verdim.” Hani şarkıda diyor ya “desinler değişemem”. O da değişemeyeceğini söyleyip sıkılıyor. “12 yıl eğitimden sonra başka bir iş öğrenmeye zaman kalmıyor” diyor iç çekerken.
Bir başkası nikah yapamıyor, nikah. “Düğün hayal de, nikahı bile düşünemiyorum. Değil düzenli bir gelir, önümüzdeki haftanın bile garantisi yok. Nasıl olur da evlenebiliriz ki?” diyor.
Bunları geçin! Asıl önemlisi; Ağustos’ta “Yağmur” geliyor. Tıpkı 8 ay önce gelen “Uygar” gibi, onun için de halâ iyi bir hazırlık yapamadık ve yapamayacağız. Anneannelerden, babaannelerden, dedelerden desteklerle ayakta kalmaya çalışacağız. Onları açta ve açıkta bırakmanın sıkıntısını yaşayacağız.
Bunca derdi olmasına rağmen, güvenceleri olmayan; Pazartesi işe başlayıp sigortalı olan ama Cuma öğlen saat 12.00’dan itibaren sokağa atılan “yıldızlı misafir” sanatçılar, onlar! Hiç de misafir gibi ağırlanamayan, aslında bir yere ait edilemeyen…
Yıldızlı Sanatçılar
Devlet Senfoni Orkestraları’nda, kadrosuz ve haftalık sözleşmeyle çalışanların yanında; konser kitapçıklarında birer yıldız dipnot işareti bulunuyor. Aşağıdaki açıklamada ise; “misafir” olarak tanımlanılıyor. Pazar 12.00 itibariyle kalacak yer sağlanıyor, Cuma günü saat 12.00’da ise kapı önüne konuluyor. Sigortaları; Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri yatıyor. Kalan üç günde başlarına bir şey geldiğinde, herhangi bir sosyal güvenceleri bulunmuyor. Kadrolu sanatçılar başka bir şehre gönderilse verilen harcırah, onlar için söz konusu olmuyor. Geldikleri şehirlerden ulaşımları için otobüs ücreti, kaldıkları sürelerde karınlarını doyurmaları için yemek bedeli ödenmiyor. Dört hafta git-gel yapsalar; ellerine topu topu 1.400 TL geçiyor. Üstelik Devlet malı çalgılar bulunmadığından, kendi çalgılarını getiriyorlar ve hem riske giriyorlar, hem de çeşitli malzeme masrafıyla karşı karşıya kalıyorlar. Sanayilerde bulunan “çıkma lastik” misali, onlar da “çıkma malzemeler” ile, hiç olmazsa tasarruf etmeye çalışıyorlar. Hastalanıp çalışamadıklarında, maaşları da olmuyor. Çocuk doğurmanın teşvik edildiği ülkemizde Onlar için süt parası da, süt izni de hayal!
TÜSAK konusunda ezbere “Sovyetik Sistem” edebiyatı zikredildikçe, bu çocuklara ayıp oluyor. “Sovyetik Sanat Sistemi” her nedir bilinmez(!) ama; bu şartlarda, “insanca gelecek ve sosyal güvence sağlanmadan nasıl bu şekilde insanlar istihdam edilir”, onlar da bu sorunun cevabını bulamıyor.
Belli siyasi ve seçim dönemeçlerinde hortlayan “kadrosuzları sınavsız kadroya geçirme” beyanatlarında da; onları kimse hatırlamıyor. Bursa Milletvekili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, kamuda kadrosuz çalışanlara dair düzenlemeler hakkında beyanatında “Bu milyonları ilgilendiren bir düzenleme. Gerek sosyal güvenlik boyutu, gerek kamu çalışanları boyutu, gerekse çalışma hayatıyla ilgili 10 milyonları ilgilendiren konu başlıkları. Dolayısıyla Haziran'ın sonuna kadar çıkmasından yanayız” derken; onların esamesi okunmuyor. Aynı açıklamasında Bakan; “Taşeron çalışanların yaşadıkları iş hukukuna aykırı bazı tablolar var. Bunları gidermeye dönük. Kıdem tazminatı alamıyorlar. Kamuda alt işverenin yanında çalışmasına rağmen kıdem tazminatından yoksun bir durumla karşı karşıyalar. Bunları düzenleyen, taşeron işçileri ile bizzat görüşerek onların sorunlarını aldık” derken; sanki onları da tasvir ediyor. Ama değil kıdem tazminatı; izin ve istirahat hakkı bile olmadan haftada dört günlük çalışmayla, aşağı yukarı 90 yaşında emekli olacak olmalarının önüne geçecek bir tedbirden de bahsetmiyor.
Salı Günü(Bugün) Ücretsiz Konserlerinde Yalnız Bırakmamalı
Antalya’da, İstanbul’da, İzmir’de “İşsiz Konservatuar Mezunları” olarak kurulan orkestralar var. Karın tokluğuna “misafir sanatçı” olarak ömürlerinin en güzel yıllarını sıkıntı ve endişeyle geçiriyorlar. Halka tepeden bakacak elitistler değil onlar! Ona ne zamanları, ne takatleri, ne zihniyetleri var.
Tek dertleri var: “Bu mesele, bizi aşıp yakınlarımızı, hele hele çocuklarımızı riske sokar hale geldi. Onlar için sesimizi duyurmaya çalışıyoruz” diyorlar. Ne ile? Elbette en çağdaş sesle; yani müzikle…
Bursa’daki sosyal güvencesiz taşeron sanatçılar, 13 Mayıs 2014 Salı akşamı Nilüfer Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde, kendilerine destek olan şef Oğuzhan Balcı ve Keman Sanatçısı Özcan Ulucan ile birlikte; ücretsiz bir konser verecekler. Dertlerini de birinci ağızdan, gürültüsüz, patırtısız, müzikle anlatacaklar. Yalnız bırakmayın onları! Ağustos’a az kaldı. “Yağmur”un müstakbel babası da var aralarında, Uygar’ın annesi de, aşçının oğlu da, memurun kızı da, esnafın yeğeni de… Çok uzak durdunuz ama, aslında içinizden onlar da… Az biraz yaklaşın!
13.5.2014 / Radikal