ERSİN ANTEP
Defter
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, 27 Nisan’da Akşam Gazetesi’ne, sanat kurumlarının yapılanması hakkında bir demeç verdi. Sanat kurumları ve düzenlemeler hakkında pek beyanat vermeyen Bakan, neredeyse ilk defa bir açıklama yapmış oldu. 6 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın(CSO) Ankara’ya Gelişinin 90. Yıldönümü Konseri için hazırlanan kitapçıkta da Çelik, benzer şekilde konuya dokunmuştu. İki yazıda da sayın Bakan’a katılmamak mümkün değil!
Tarihin eskisinden başlayalım… 6 Nisan CSO Ankara’da 90.Yıl konseri kitapçığındaki Bakan yazısını hatırlayalım: “Değerli Sanatseverler! Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, ülkemizin müzikal gelişimine önemli katkılarda bulunmuş ve kendinden sonra kurulmuş sanat kurumlarımıza da örnek teşkil etmiş güzide bir kuruluşumuzdur. Orkestramız, düzenlediği yurt içi turneleriyle Hakkari’den Edirne’ye, Adana’dan Samsun’a kadar Anadolu’yu adeta karış karış dolaşmış ve milletimizin tüm kesimleriyle kucaklaşmıştır. Bunun yanı sıra CSO, katıldığı uluslararası organizasyonlar aracılığıyla kültürümüzün dünyaya tanıtılmasına da önemli katkılarda bulunmuştur. Bakanlık olarak amacımız, kültürümüzün tüm renklerini kucaklamak ve geleneği moderniteyle buluşturmak suretiyle, kültürel zenginliğimizi hem yeni nesillerle hem de bütün dünyayla paylaşmaktır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da işte bu bilinçle, her yeni gün milletimizle buluşmaya ve uluslararası alanda da takdir edilen başarılı çalışmalara devam etmektedir.”
Bir Kültür Bakanı’na yaraşır tespitler… Bir sanat kurumunun, milletimizin tüm kesimleriyle kucaklaşması ve kültürümüzün dünyaya tanıtılmasına katkı sağlaması takdir ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın amacını, bizzat Bakan’dan yeniden okumalısınız: “kültürümüzün tüm renklerini kucaklamak ve geleneği moderniteyle buluşturmak suretiyle, kültürel zenginliğimizi hem yeni nesillerle hem de bütün dünyayla paylaşmak”… Harikulade! İtirazı olan?
Ve kusursuz bir tespit: “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da işte bu bilinçle, her yeni gün milletimizle buluşmaya ve uluslararası alanda da takdir edilen başarılı çalışmalara devam etmektedir.” İşte bu!
Gerçekten de öyle! CSO başta olmak üzere tüm kurumlarımız, Anadolu’da basılmadık toprak, gidilmedik yol bırakmadı. Her ne kadar, yol harcırahları ile teknik masrafları karşılanmasa da; sanatçılar, kurumlarını sırtlarında taşıyarak bir pundunu bulup o turnelere çıktı. Örneğin orkestralarımız; Erkin’i, Tüzün’ü, Kodallı’yı, yani nice “gelenekten beslenen ve moderniteyle buluşan bestecimizi” Anadolu ile buluşturdu. Aynı şekilde, dünyaya tanıttı.
Jdanov! İki Mekanda…
Gelelim 27 Nisan tarihli demece… “Sovyetler Birliği dönemindeki anlayışa benzer statükoyu köklü biçimde değiştireceklerini” söyledi. Sovyet döneminde sanat, bir propaganda aracına dönüştürülmüştü. Ah o Jdanov yok mu? Hep O’nun başının altından çıkmıştı(!). Varsa yoksa burjuva düşüncelerini yayan sanat ve felsefe akımlarına karşı mücadele edilecek. Başka işleri yok herhalde!
Resmi sanat kurumları, saptanan kültür politikasının gidişatı konusunda Jdanov’dan talimat almak durumundaydı. Bir önceki cümlenin içindeki ifadeye büyüteçle bakalım: “kültür politikası”… Bizim bir kültür politikamız yok henüz! Bu aşamada, kültür politikasında vekaleten olacak ama, Bakanlığın amacını hatırlayalım: “kültürümüzün tüm renklerini kucaklamak ve geleneği moderniteyle buluşturmak suretiyle, kültürel zenginliğimizi hem yeni nesillerle hem de bütün dünyayla paylaşmak…” Yayılmacılık, tekdüzelik, propaganda aracı hali var mı? Hangi iktidar döneminde sanat kurumlarımıza “illâ şunları şu şekilde yapacaksınız, bunları sahneye koyacaksınız” dendi? Cevap: hiç!
Elimiz değimişken, 27 Nisan demecinden belli bölümlere verdiğimiz yanıtlara dikkat çekelim:
Sanatta rekabet, sürekli değildir, olamaz! Ayrıca rekabete, kişi yalnızca kendisiyle tutuşur. Başkasıyla girişilen rekabet, sanatın sınırlarından çıkar.
Sanatçıların sergileyecekleri temsillerin müstehakını, seyirci verir. Araya girmeye gerek olmaz! Yalnızca seyircinin mesajı anlaşılmaya çalışılır. Yuhalar, gitmez; alkışlar, akın eder. Kendisi bilir. Onun için kurumların sanatçılarca veya sanatça yönetilmesi de; eleştirinin alanıdır.
Eski kültür kurumları ihtiyacı karşılamıyor. O halde yeni ve bölge statüsünde sanat kurumları açılması gerekmez mi?
Bir Öneri
TÜSAK’ı kurun, ama kurumları ve kadroları, kendilerinden sonrakiler için kapatmayın! Ödeneklerin dağılımına, TÜSAK karar versin. TÜSAK, özerk bir yönetim olmuş olsun! Yalnız, çok dikkatli olunması gerektiği de unutulmasın! Zira bu kez de kurumlar birer propaganda merkezine dönüşmesin. Örneğin, “ben Muş’a tiyatro götürmek istiyorum” diyen proje sahipleri, kurulu bir kurumla da gidebilsin.
29.4.2014 / Radikal