ERSİN ANTEP
Defter
Son dönemin meşhur sınav sorusunu ve hikayesini hemen anımsayacaksınız: "Siz dersliğe girerken her gün etrafı temizleyen hizmetlinin adı nedir?" İletişim Bölümü öğrencileri, hep gördükleri, ama kayıtsız kaldıkları biri ile hiç ilgilenmediklerini, adını bilmediklerini fark ederler. Çoğunluk kafadan bir isim atar. Sınav biter bitmez de gidip hepsi hizmetlinin etrafını sarar. Bu kadar yoğun ilgiden şaşkına dönen hizmetli saygınlık kazanır ve artık tüm öğrenciler dersliğe girerken selam vermeye başlar. Hizmetli, üniversite hocasına teşekkür eder, minnettarlığını bildirir.
Ülkemizde maalesef "nasıl olsa" ile başlayan cümlelerde bahsedilen konu ve kişiler, hep zarar görür ya da es geçilir. Öyle ya, hep oradadırlar ve nasıl olsa öyle olmaya da devam edeceklerdir. Hâlbuki gösterdiği samimiyet ve üretimle unutulmaması gereken, emeği ve eserleri anılması gereken insanlardır o cümlelerde adı veya edimleri ifade edilenler. Asıl onlara "nasıl olsa" rahatlığıyla değil, gücendirmeme ve hevesini kırmama konusundaki özenle yaklaşılmalıdır! Böyle yaklaşıldığı da istisnadır.
Çoğumuz “eskiden”, ortaokul ve lise zamanında en azından 23 Nisan, 19 Mayıs veya 29 Ekim töreninde okulumuzu temsilen yürümüşüzdür. Biz yürürken, minicik halimizden büyüyüp tam bir disiplin timsali genç haline gelmiş durumumuza bakıp gururlanmaktan göğsü şişen ailelerimizin gözleri yaş dolmuş, alkışlamaktan elleri kızarmıştır. "Bak benim annem de ağlıyor" diye yanımızdakini dürtmüşüzdür hatta. "Bizim oradaki belediyenin veya askeriyenin tören orkestrası", o coşku ortamının en temel harcını arka planda atmıştır oysaki. Nüans forteye çıkıp davul daha güçlendiğinde, annelerin gözlerindeki küçük çağlayanlar gülümsemeyi beceremeyen dudaklarla birlikte ırmak olup çağlamıştır.
Orakla, iğneyle, çarıkla, kara sabanla Cumhuriyet kurulmuştu. Bir ulusal bağımsızlık mücadelesi vermiştik ve her şeyimizi yeniden kendimiz kuruyorduk. Yeterince ihmal edilen Anadolu, kendi devrimini gerçekleştiriyordu. Müzik alanında da atılım söz konusuydu. Ancak marş besteciliği, nedense önemsenmeyen ve göz ardı edilen bir durumdaydı. Osmanlı'da genelde saltanata methiye olarak yazılmış, çoğunlukla kapalı mekânlarda çalınmış marşlar varken, Cumhuriyet Türkiyesi'nde o anaları böylesi güzel vesilelerle ağlatacak denli gururlandıracak tabloların fonunda yer alabilecek marş yoktu.
23 Nisan çocuklara, 19 Mayıs gençlere hediye edilmişti. 29 Ekim Cumhuriyet, 30 Ağustos ise Zafer Bayramı idi. Bir düşünün! Ulusal kurtuluş mücadelesi sonrasında yarattığı 15 milyon gence, çocuğa, öğrenciye, o büyük mücadeleyi yılda bir-iki kez hatırlatmak, unutturmamak, hatırlatıp aldığı dersleri belleğinden sıyırmamak ve yanındaki arkadaşıyla omuz omuza olmayı küçükten alıştırmaya çalışmak için Alman marşları kullanılsaydı. Veyahut İngiliz, Amerikan veya Rus marşları… Kendi kendimize yurdumuzu işgalden kurtarıp, sonra da ulusal bayramı kendi dilimizle, müziğimizle değil de, o işgal edenlerin veya başka ülkelerin marşlarıyla kutlamak? O törenlerde yapılan konuşmalarda hangi devlet erkanı "tam bağımsızlık"tan bahsedebilirdi?
Bu eksik ya da ihtiyaç hiç hissedilmedi. Zira Halit Recep Arman, "canım şimdi ne gereği var?" anlayışını benimsemiş insanlar arasında kalmış olmasına rağmen, kendisine bir görev edinerek marşlar bestelemişti. Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti. Yıl 1921'di ve Donanma Marşı, ardından da Trakya Marşı'nı bestelemişti. Çağdaş Türk Müziği'nin geleneksel halk ezgilerinden yararlanan ve çoksesli teknikle yazılmış eser yazma prensibinin telaffuzundan yıllar önce, henüz öğrenciyken, Trakya Marşı'nda Edirne'ye has ezgileri ustalıkla yansıtarak bir örnek oluşturmuştu. Hindemith raporlarını verdikten sonra değil, henüz ilk gelişi olan 1935'te 13 marşa sahipti Arman. Bu konudaki ihtiyacımızın büyük çoğunluğunu çoktan karşılamıştı. Yıl 2011… Bir yabancı devlet başkanı Çankaya'ya geldiğinde, öğrenciler bayramlarda, askerler törenlerinde aynı Arman marşlarını çalıyor. İzmir Yollarında, Gölcük Marşı ve niceleri… 50'yi aşkın marş…
Töresel Müzikten Yararlanan Besteci
Ferit Tüzün'ün Çeşmebaşı, Nevit Kodallı'nın Telli Turna, Erkin'in Köçekçe ile yaptığını, sessiz sedasız biçimde, birçoğu türkülerden ve yerel havalardan esinlenen eserlerle, Halit Recep Arman başarmıştır. Besteleri armoni orkestrası için yazıldığından dolayı, diğer besteciler kadar tanınmamış, eserleri duyulmamıştır.
Tango Bestecisi
Cumhuriyet kurulmadan önce tango denince akla gelen pek az besteci vardı. Bunlardan biri de Halit Recep Arman'dı. Makamsal müziğimizi en ince ve estetiğe en yakışan örnekle seslendirenlerden Dilek Türkan'ın seslendirdiği "Aşk Mevsimi", 2005 yılında arşivlerde tespit ettiğimiz "Esmer Güzeli" ve “Ferda”… 1916'lı yıllarda Şamlı İskender'in bastığı ve günümüzde tanınmayan eserler…
Tarihçi ve Araştırmacı
Ülkemizde çoksesli teknikli müzik, askeri kurumlarla başlar. Birçok bilgi de askeri arşivlerdedir. Türk yazarlarca son yıllarda kaleme alınan müzik tarihi kitaplarında bu süreç iyi anlatılamaz. Sebebi, askeri kurum ve kişi niteliğini taşıyan tarih hakkında, tanıkların dışında elde bilgi ve belge bulunmamasıdır. Böyle bir ortamda Mahmud Ragıp Gazimihal'in “Türk Askeri Muzikaları Tarihi” kitabı bir mucize gibidir. Süreci, doğruya en yakın biçimde aktarmaktadır. Ama tek kitap değildir. Saraya bağlı Musika-i Hümayûn hakkında Gazimihal pek çok değerli bilgi verirken, Bahriye orkestraları hakkında elde bilgi bulunmamaktadır. Ancak şans eseri sahaflarda karşılaşılabilecek "Tarihte Bahriye Muzikaları" adlı kitap, tıpkı Gazimihal'in kitabı gibi ele alınmış, ayrıntılı, doyurucu ve şüphesiz bilgiler içermektedir. Hatta müzik tarihi kitaplarımızda saraydaki orkestranın Cumhurbaşkanlığı makamı uhdesine getirildiği bilgisini çürüten, ondan önce Ertuğrul Muzikası'nın varlığından bahseden ipucunu veren de, birçok kitap kazandıran da; Arman'dır. Ayrıca Müzik Nazariyatı ve Orkestrasyon başta olmak üzere birçok kitabın sahibidir.
Sınır Ötesinin Eğitimcisi; Afganlar'ın Donizetti'si
Hindemith henüz Türkiye'ye gelmeden iki yıl önce Halit Recep Arman, daha geniş yetkiyle Afganistan'daki müzik kurumlarını kurmaya gitmiştir. Hatta bir ulusal marşları olmadığını fark ederek, Afganlar'ın kendilerini bulup marşlarını besteletene kadar yıllarca kullanacağı Afgan Milli Marşı'nı bestelemiştir. Donizetti'nin Türkler'e yaptığını, O Afganlar için yapmıştır. Farsça müzik nazariyatı, çalgı, orkestra eserleri ve marşlar yazmıştır. Aldığı ödülleri, tevazusunu yitirmemek için, ailesinden bile gizleyecek şekilde evine getirmiştir. 1937'de görevini tamamlayarak dönmüş, Afganlar yazı üstüne yazı gönderip yeniden Türk Devleti'nden talep edince de; Ata'sının vefat ettiği günün iki gün sonrasında, tüm çökmüşlüğünü ve üzüntüsünü kalbine gömerek Afganistan'a gitmiştir. Kurduğu kurumları, yetiştirdiği öğrencileri daha da ileri seviyeye taşımıştır. Afganistan'da bir efsaneye dönüşmüştür. 1942'de Ankara'ya döndüğünde, ayağının tozuyla Kara Harp Okulu'nda bir tören ve konser orkestrası kurması talep edilmiş, yılmadan işe koyularak üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Afganistan'daki öğrencileri ve O'nu tanıyanların kalbinden hiç çıkmamıştır. Ta ki, Taliban Afganistan'da ilk olarak onun kurduğu okulu yerle bir edene, ilk onun çağdaş insanlar olarak yetiştirdiği öğrencilerini kurşuna dizene kadar… Yobazlık ve cehalet, Arman'ın nakış nakış işlediği çağdaşlığı, bir çırpıda ve ilk hedef olarak ortadan kaldırarak, ülkeye bilgisizlik ve cehalet kuraklığını getirmiştir.
1902 İstanbul doğumlu Halit Recep Arman, flüt sanatçısı, besteci, tarihçi, orkestra şefi ve öğretmendi. 6 Ekim 1981 günü İstanbul'da aramızdan ayrıldı. Marşlarının yanında yazdığı uvertürler, fanteziler, valsler, şarkılar ve süitler yazdı. Askeri veya sivil armoni orkestrasında çalışıp da onun eserini çalmayan yoktur! Öğrencileri ile Deniz Kuvvetleri Armoni Orkestrası başta olmak üzere birçok müzik kurumu yeşerdi. Askerlerimizi, gençlerimizi, çocuklarımızı coşkuyla alkışlarken bayrak salladığımız anlarda bize yoğun duyguları yaşatan marşların birçoğu ona ait veya O örnek alınarak yazıldı. O'nu örnek alarak yetişen torunları ve yeğenleri besteci, yazar; arp, klarnet, piyano ve şan icracısı olarak aramızda… Torunları; Arpist İpek Mine Altınel, Klarnetçi Ebru Mine Sonakın Çeliker, Piyanist Burcu Savaşman Arpacıoğlu ile yeğenleri Soprano Hale Soner ve Soprano Hande Soner … Yurtiçinde ve dışında ülkemizi temsil de dahil olmak üzere pek çok övgüyü hak eden, büstü dikilesi, ama herhangi bir yere adı verilmeyen bir usta… Halit Recep Arman…
Ulusunu sevmek; soyadını sevmek, topluma ve insanlığa fayda sağlayanları takdir edip unutmamak; size emek veren öğretmeninizi, dedenizi unutmamak gibi bir şeydir. İnsan hafızalında duyarlılıkla örülüdür. Örnek olarak alınan insanları anlamayı ve kendini geliştirmeyi tetikler. Önemsenmediğinde, önemseyenlerin etrafında bilinçsizce var olabilecek varlıklardan öte geçilmemesine sebep olur. Tıpkı Halit Recep Arman gibi üstadımız olan Türk bestecilerinin, müzik bilimcilerinin, eğitimcilerinin çalışmalarını incelemek, değerlendirmek, faydalanmak, takdir etmek; gelecek kuşaklardan kendi hakkımızda beklediğimiz duyarlılığın bugüne yansıyan ihtiyacıdır.
Vasiyet
Halit Recep Arman'dan üç yarıda kalmışlık var önümüzde… Birincisi, gönderdiği ama tüm çabalarına rağmen maddi karşılığı kendisine ödenmeyen kitaplarının yer aldığı Dokuz Eylül Üniversitesi Müzik Bilimleri Bölümü Oransay Kitaplığı'ndaki bir bölüme, hiç olmazsa "Halit Recep Arman Bölümü" adı verilmesi… İkincisi, torunları veya yeğenlerinin öncülüğü, -bizlerin de gönüllü desteğiyle- eserlerinin oda veya senfoni orkestrasına uyarlanarak çalınması ve kayda alınması, bu sayede Arman'ın bir nebze de olsa işitsel belleğimizdeki kalıcı yerinin sağlanması… Askeri ve sivil müzik kurumlarının Arman adına konserler, büst ve isim verme kadirbilirliğine kavuşması… Son bir yarıda kalmışlık da 2009'da kaybettiğimiz Etem Ruhi Üngör'den… Öğrencileri dahi kendisinden üst rütbede emekli olurken, Osmanlı'dan kalma mevzuata tabi tutulduğundan dolayı bu hakkı elde edemeyen Arman'a postmortem şekilde de olsa "paşalık" unvanı verilmesi…
Armanlar'ı unutturmamak temennisiyle… Ruhu şad olsun!
Kasım 2011, Andante Dergisi, Sayı 63