Bu Gece Tarihin Akışı Değişti

ERSİN ANTEP

Defter

Bir hapşırık bile gecenin sessizliğini bozabilirdi. Aslında her şeyin sona ermesi için tüm şartlar mevcuttu. Ancak vatan; yani çocuk, yani eş, yani ana, yani baba, yani aile, yani tüm sevenler… Onlar için her şey denenmeli, şu zamana kadar olmamışlar oldurulmalıydı. İşte Nusrat bu gece, öylesi şartlarda karanlığın koynunda yapması gerekenden fazlasını yaptı.

Daha birkaç gün olmuş, topları sökülüp tabyaya taşınırken Çanakkale’de kıyıda, Mesudiye Zırhlısı, bir İngiliz denizaltısından atılan tek torpidoyla baş üstünde ağır yara almış ve kısa zamanda sulara gömülmüştü. Boğazın kıyıları hala Osmanlı’nındı ama, Boğaz’ın altı onlarındı. Boğazın içine doğru, iki yaka arasında mayın hattı örülmüştü ama girişte tek bir mayın bile yoktu.

Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Nazım Bey, Karanlık Liman’a ve kıyıya paralel bir son mayın hattı çekilmesini planlıyor. Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey, yorgun kalbi teklemiş birkaç kez! Dikkatle dinliyor yine de... Nusrat Mayın Gemisi karanlıkta sır olacak, elde kalan son 26 mayını döşeyecek.

7 Mart gecesi Çanakkale’den açılıyor Nusrat! Tüm personel tembihli, bacası kıvılcımlar görülmesin diye örtülü! Belli bir zaman sonra makinalarla değil, akıntıyla gidecek. İncecik bir ışık, fısıltıyla dahi olsa ses sızmayacak. Zira devriye botları Boğaz’ın girişinde cirit atıyor. Oraya kadar nasıl geldiler? Tabyalardaki eski, bakımsız, ihmal edilmiş topların menzili denizi zor buluyor. Bunu bildiklerinden, rahatça geziyorlar, analarının ak sütü gibi helal sandıkları sularda! Dost olarak gelsinler, başımız üstüne!

Nusrat ilk mayın için hazırlığa başlıyor. Onca ağırlıkta ama bir balon gibi ve en ufak bir sürtünme sesi duyulmadan bırakılmalı! Vira Bismillah! Haydi yiğitler! Güvertedekilerin yanına koşmuş gelmiş makinacılar! Acil durum olursa makine başında bir kişi kalmış, ihtiyaçta o çalıştıracak diğerleri hemen yanına! İlk mayın huysuzluk çıkarmadan kıçüstünden denize atlıyor. Boğazın soğuk suyuna giren narin bir ayak edasıyla kibarca ve sakince! Hemen ikinci hazırlanmalı! Çünkü komuta makinada değil, akıntıda! Ne çabuk geçer 100 metre! İkinci daha naif! Bırakıveriyor kendini suya! Birbirlerinden uzakta yüzmeli, dalgayla birbirlerine yaklaşmamalılar! Maazallah biri diğerine dokunsa tüm hat, domino taşı gibi tetikledikçe birbirini, kendiliğinden imha olurlar!

O kalp, o gece durmadı ya! İstediği kadar teklesin!

26 mayın, dikkatlice, dikiş izi misali, emanet ediliyor Boğaz’ın serin suyuna… Gerisin geri, çok daha dikkatli dönülüyor Çanakkale’ye! Bundan sonrası Allah Kerim!

Sonra mı? Nusrat’ın yatay hattaki mayınları olmasa, mayın tarama gemileriyle dikey mayın hatlarını tespit edip, etkisiz hale getirecekler, tabyalardan gelecek atışların menzillerinin yetmediği bir rotadan kollarını sallaya sallaya gireceklerdi.

26 mayın, e bir de Seyit Onbaşı gibi kahramanlarla, tabyalardaki gözü pek topçular ile; Ocean, Bouvet ve Irrestable  Zırhlıları’nı sulara gömüyor. HMS Inflexible, Golva ile Suffen’ı ağır yaralandığından dolayı İtilaf Donanması’nın geri çekilmesine sebep oluyor. Tarih işte böyle değişiyor… Osmanlı’nın son yüzyılındaki ilk zafer, denizde gerçekleşiyordu.

Sonrası daha da mühim! İtilaf devletleri çıkarma yaparak, kara harekatına girişti. Bundan sonrasında ise, onyıllardır savaş kazanamamış Osmanlı, üst komuta Almanlar’da olmasına rağmen, ortaya koyduğu dehası ve başarıları sayesinde, Anadolu’nun en ücra köylerine dek Mustafa Kemal gibi bir deha komutanı “yenilgileri sona erdiren, zafer kazandıran kahraman” olarak tanıdı ve bağrına bastı.

Cepheden haberlerle çıkan gazeteler, Anadolu’ya Çanakkale’yi anlattı, gün ve gün! Osmanlı’nın son yüzyılındaki son ve en büyük zaferinin kahramanını, gösterdiği başarılarla Mustafa Kemal adını, Anadolu kilimlerine, gönüllerine nakşetti.

Dört yıl sonra Anadolu’nun kurtuluşu için ulusal kurtuluş mücadelesine girişecek olan Mustafa Kemal, hem askerin, hem de Anadolu’nun gönlünde büyüdü. Kazandığı güveni Çanakkale’deki başarılarıyla hak etti.

Yıllar önce anasından kopacak kadar dağınık bir göçle Anadolu’ya gelen Ahmet Cemalettin, vatan toprağını terk etmek zorunda olmayı, tutsaklığı iyi biliyordu. Çanakkale’den altı yıl sonra, 13 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nde kazanılan zafer sonrasında, işgal altındaki İstanbul’da Sakarya Marşı’nı bestelediği ve çok popüler olduğu için İşgal Devletleri Komutanı’nın önüne getirildi. General Harrington, çok ciddi bir infial yarattığı endişesiyle marşın bestecisini bizzat görmek, bizzat sorguya çekmek istedi. “Dünyalara bedeldir mah cemalin, Allah’ıma emanettir Kemal’im” ne demek? Buldular, getirdiler Ahmet Cemalettin’i…

- Marşta Mustafa Kemal’in propagandasını yapıyorsun. Sözlerini açıkla hemen!

- Benim adım Cemal, oğlumun adı ise Kemal! Onu ifade ediyor.

Halbuki Ahmet Cemalettin, tüm İstanbul’un bildiği gibi; “Dünyalara bedeldir ay yüzün, Allah’ıma emanettir Mustafa Kemal’im” diyordu. Yıllar sonra şunları söyleyecekti:

“Evvelden hepimiz Enver’ciydik. İlk oğlumun adını Enver koydum. O’nun o çetin ceviz, kendinden emin ve iddialı duruşunu sevmiştik. Korkak değildi. Gelgelelim O bizi hüsrana uğrattı. Sonra Gelibolu’yla Mustafa Kemal’i tanıdık. O kahramana güvendik, sevdik! İkinci oğlumun adını Kemal koydum. Tıpkı yüzlerce baba gibi…”

Çanakkale, Anadolu’nun bağrına basmasıydı Mustafa Kemal’i… Gönül kapılarını ardına kadar açmasıydı. “Orayı mı verelim, burayı mı?” diye gezinen “aydınlatılmışlar” bir yana; “haydi kurtulalım, haydi zafere” dedirten bir bilincin oluşmasıydı.

Ve Çanakkale, dedelerimizin bizim yaşlarımızı görememesiydi… Anamın anasının babası, anamın babasının babası; 20’lerinde göçüp gittiler, değil dedeliği görmeyi, baba denildiğini bile duyamadan! İkisi de 19.Tümen’de, yani Mustafa Kemal’in komutasında… Öyle büyük rütbelerde değil! Ama görevinin en iyi şekilde yapmış, en yüksek rütbelerdeydiler! Biri 27. Alay’da, diğeri 57.Alay’da… Bilirsiniz bu iki alay arasında gizli ve tatlı bir rekabet vardı. Onlar ölümle bile oyun oynuyorlardı. Biri Abdülaziz, biri İsmail! Evlatlarının yuva kuracağını, dünür olacaklarını, torunlarının yıllar sonra Onlar’ı anacağını bilemediler. Torunlarından daha genç, 20’lerinde feda ettiler kendilerini! Sırf şuradan şuraya özgürce yürümenin bedelini ödemeyelim günün birinde diye…

İşgal döneminde zorunlu terhisle Çanakkale’deki görevi bitti. Diğer dedelerimden birini, babamın babasının babasını; Abdülcelil’i Çanakkale kesmedi. Aldığı gibi heybesini, mücadelesini duyduğu Antep’e doğru yola çıktı, yalınayak! Nerededir, kimlerdir, durum nedir, bilmeden… Günlerce yürüyüp, bir kez ah demeden! Yorgun argın yetiştiği ateşin üzerine kendini attığı gibi, bir tek “hoş bulduk” diyebildi siper almış gardaşın “hoş geldin”ine! Dikkat edin, destek güç gönderilememişti Antep’e! Abdülcelil, yüzlercesi gibi kendiliğinden yetişti imdada! Çanakkale’de yanındaki Antepli kollarında Hakk’ın rahmetine kavuştuğunda, ne yapacaktı, elbette gidecekti Antep’e! Bu memleketin Çanakkalesi’nde Anteplisi(Ayintaplısı), Kastamonulusu, Niğdelisi nasıl savaştıysa; Antep’inde, Çanakkalelisi, İzmirlisi, Kastamonulusu savaştı.

Köye bacağında “o bana yadigar” dediği şarapnelle döndüğünde, Cumhuriyet ilan edildiğinde; “gel bakalım Abdülcelil bu senin İstiklal Madalyan, bu da maaşın” dediklerinde, ittiriverdi elinin tersiyle! Dedi ki; “benim vatanım, devletim o kadar zengin değil henüz!” Beklentisizliktir Vatan! Karşılık beklenmez, üzerinde özgürce nefes alınacak bir avuç toprak için! Ve birdir Vatan! Çanakkalesi de, Antep’i de, Trabzon’u da, Şırnak’ı da, Burdur’u da, Sinop’u da… Soyadı kanunu çıktığında dediler ki Abdülcelil’e; “buralarda Antep’e kurtuluş mücadelesine gitmiş bir sensin! Varsın ‘Antep’ olsun soyadın!” Onun için kalbimize işli bir madalyadır bize Antep soyadı…

Yıllar geçtikten sonra, dedik ki en azından evladımız taşısın adını, çok borçluyuz dedemize ama, en azından hatırası böyle yaşasın! Can Celil koyduk adını… Elimiz titredi, gözlerimiz doldu kulağına fısıldadığımda! Bir Zafer Bayramı, bir de Ramazan Bayramı sabahında, yani 30 Ağustos 2011’de dünyaya geldi… Göbek adını kendi kazandı: Zafer…

Ateşi 39’ları bulduğunda hangi doktora gitsek diye düşünürken, aklımıza düşüverdi. Anneannemiz hastalandığında, ateşlendiğinde, ne yapmıştı annesi! Kocası başında yokken nasıl başa çıkmıştı acaba diye! Dile kolay geliyor ama ya evdekilerin fedakarlıkları, yoklukları?

Biz oğlanın berberini bile beğenmeyip seçebilirken, ne yapmıştı o büyükanneler anneannelerimiz, dedelerimizi sağlıklı tutabilmek için?

Berber demişken… Saç diplerinde oluşan bir sorundan dolayı Can Celil’in berbere gitmesi ve kısa traş olması gerekti. Berber, “3” numaranın bir işe yaramayacağını söyleyip tamamen kesilmesini, yani “0” numarayı önerince “peki” çıkmış oldu ağızdan! Çıkmaz olaydı! Can Celil yeni görüntüsünden hiç memnun değil! Gözyaşları kesilen saçları yanaklarına yapıştıracak kadar süzülüyor. Bir teselli, kafası saçsız bir yabancı çizgi film kahramanına benzetilince; 2.5 yaşındaki Can Celil ağlamaklı halde veriyor cevabını:

- Ben “Kayu gibi” olmak istemiyorum. Ben Can Celil olmak istiyorum.

Çocuğunun adını koyarken futbolculardan, popçulardan isim seçenler, e-posta adresinde veya yabancı ülkede zorluk çekmesin diyerek verenler; Onlar’a hangimiz Hakkı adını verdik Yüzbaşı Tophaneli Hakkı’yı, Yüzbaşı Nazım’ı düşünerek? Veyahut adını hatırlayamadığımız kahraman dedemizin?

Bugün 7 Mart 2015… 100 yıl önce bu gece Nusrat ile tarihin, daha doğrusu kaderin akışı değişti. Mustafa Kemal, “tamam buradayız, kurtulacağız” ümidi olmak için sırasını bekleyecekti. Birkaç gün sonra uğrumuzda, uğrunuzda şehit olmak için yarışacaktı, sıra alacaktı 20’lerindeki dedelerimiz…

18 Mart tek gün değildir, olmamalıdır da! Her gün, 100. yıldönümünü düştüğünde takvimde, özel olarak hatırlanmalı, kutlanmalıdır! Haftalar önce demiştik ki ilgililere: Gelin 7 Mart’ı 8 Mart’a bağlayan gece Karanlık Liman’da olalım, kamp ateşleriyle analım o geceyi! “Yurtta barış, dünyada barış” bilincimizle türküler, şarkılar, marşlar söyleyelim! Kaçırıldı! Hiç olmazsa 18 Mart’ta Gelibolu’da kutlamalar yapılırken, Karanlık Liman’da buluşalım. Biri bizi organize etmeden, kendiliğinden… Yaşayalım o atmosferi, hayal edelim ve anlamaya çalışalım!

Dört dedemden ikisi şehit, biri gazi! Onların büyük fedakarlığı var. Vatan diyebiliyorsak, o kelimeyi bile borçluyum. Onlar tarih kitaplarında ismi anılmayan, en yüksek rütbedekiler! Kendileri için değil, 40’lı yaşlarına eşlik edemeyecekleri evlatlarının, emeklemelerini göremeyecekleri torunları içindiler. Beklentisizdiler!

Kutlu olsun 100.yıl, onların, nice şehidin, gazinin şerefine!

7.3.2015 / Müzikoloji Portalı www.muzikoloji.org


Yazarın Diğer Yazıları

  • BULGAR KORO ŞEFİNİN ÜÇ MUSTAFASI
  • Sevinç, Ağlama, Coşku da Müziğe; Koroya Dahil
  • AFYON’UN “CAKA”SI
  • DOKUNDUĞU; YILDIZ (CAKA)
  • YAŞAYIN GENÇLER: Bursa’ya Operayı Öğrenciler Getirdi
  • Çok Sinirlendim, Hoop Sinirimden Çıktım
  • Müzik Üniversitesi İçin Geçmişten Sayfalar...
  • CSO 190. Yaşını Kutladı
  • Bizde Davulcuya Verilecek Kız Yok
  • Daha da Çanakkale'nin 100.Yılı Yok
  • Vengerov Her İki Şapkası ile İstanbul'daydı
  • Kartopu
  • Robot Teo, Orkestraya Karşı
  • Bu Gece Tarihin Akışı Değişti
  • Müzik Psikolojisi
  • Meltem Cumbul Kendi Aşkını mı Anlattı!
  • İnanılmaz Bir Azim Öyküsü: Cam Çocuk Niyazi
  • Kültürel Yağları Eritelim
  • Devlet 'Devlet Sanatçısı'nı Unuttu!
  • Sizler Bizim Heykellerimizdiniz!
  • Ankara 1920'ler...
  • Fehmi Paşa Korusu Yandı, Sıra Varşova'daki Fehmi Paşa'da!
  • Önce Heykeller Yıkılır Sonra Sanatçılar
  • Polonya 600.Yılı Kutluyor, Peki Türkiye?
  • "Opera Bize Uygun Değil" Diyen Olursa Verdi Çarpar
  • Konuşturmadı!
  • Soma'da 'Geride Kalanlar'
  • İşsiz ve Sosyal Güvencesiz Sanatçıların "Sesli" Çığlığı
  • Antalya, Antalya Olalı Böyle Bir Şey Görmedi
  • Kültür Bakanı'na Katılıyorum
  • Bir 23 Nisan Böyle Geçti
  • Bir Düğün Olsa da Gerilsek
  • Sanat: Şehrin Boğduğu İnsanı Rahatlatacak Nefes
  • Belediyelerin Sanatla İmtihanı
  • Yetmez Ama Sanata Evet!
  • Gel Bakalım Donizet Bey!
  • 90 Yıl Önce Ankara'da...
  • Çok Başarılılar Ama Yakında Dağılacaklar
  • Yedek Parça ve Eğitim Merkezi
  • “TÜSAK” Değil Zaten “ULSAK”… Peki Bütçe Ne Olacak?
  • Sonradan Fark Edilen İktidardan Müjde ve Tüsak'a Dair Son Duyumlar
  • Gel ve Bir Daha Çal Camilo!
  • Bu da 'Fantastik Senfoni' Derbisiydi!
  • TRT Müzik mi 'Eğlence' mi?
  • Bu Çocukları Cumhuriyet Yetiştirdi
  • Nevşehir’de CSO, Evinde Gibiydi
  • İdil Biret’in Gurur Gecesi
  • Bodrum'da Angela Rüzgarı Esti
  • Genç Cumhuriyetin Kültür “Dayatması”
  • Türk Marşının Babası, Afganlar'ın Donizetti'si
  • Ankara'da Gençlerin Gecesi
  • Hiç Olmazsa Bugün Olsun Üngör’ü Unutmasak!