EVİN İLYASOĞLU
Allegro
I Sonatori adlı ‘dönem müziği’ topluluğunun ünlü kemancı Giuliano Carmignola solistliğindeki konseri İşSanat’taydı.
Nice müzik meraklısına sorarsınız: “Hangi çağın müziğini seversin?” Yanıt olarak genellikle “Barok çağ” denir. Nedir bu barok çağın tılsımı? Tablolarda gördüğümüz kabarık tafta etekli, bukleli saçlı ve bol mücevherli hanımların süslediği salonlardaki müzik midir? Kapağının içinde görkemli yağlıboya tablolar bulunan klavsenlerin görkemi midir? Sanatçının hemen dinleyicisinin yanı başında, aynı odada icra etmesinin sıcaklığı mıdır? Müziğin sevimli süslemeleri, konçertolardaki gölge ışık oyunlarında karşıtlıklar ve hızlı-ağır tempolardaki sürekli değişimlerin sizi diri tutması mıdır? Sunulan ana temanın benzer giysiler içinde dramatik olarak gidip gidip geri gelmesi, kulağınızda eve-dönüş güvencesi yaratması mıdır? Vivaldi’nin, Telemann’ın, Rameau’nun, Couperin’in, Handel’in ve nicelerinin müzikle çizdiği resimler, müzikle anlattığı öylükler midir? İlk operaların, oratoryoların, kantatların, madrigallerin kendine özgü söylemi midir? Johann Sebastian Bach gibi bütün zamanların dev bestecisinin bu çağı kapatıp yeni çağlara yelken açması mıdır?
İşSanat’ta geçen hafta sonu I Sonatori adlı “dönem müziği” topluluğunun ünlü kemancı Giuliano Carmignola solistliğindeki konserini dinledik. 18. yüzyıl özelliklerinde bir Vivaldi programıydı: Çeneye dayanmayan, metalsiz yapılmış kemanlar, yaylı çalgıların neredeyse vibratosuz (titreşimsiz) çalınışı, ortada klavsenin orkestra şefi görevindeki konumu, ses yüksekliklerinin ve temponun denetimi, zamana özgüydü. Çalgılar da 17. yüzyıldan uzun saplı bir lavta (Arciliuto), iki keman, bir viyola, bir viyolonsel ve klavsenden oluşuyordu.
Vivaldi’nin keman ve yaylı çalgılar için konçertoları ünlü Mevsimler’le sonuçlandı. Carmignola usta bir kemancı, zamanın özelliklerini çok iyi biliyor. Zaman zaman kendine özgü süslemeler yaratıyor, tempo ve dinamik karşıtlığını ince işlemelerle dokuyordu. Vivaldi’nin belli ki özgün olarak 1700’lerde yazdığı nota yazısı seslendirildi. Oysa bizler sonraki yüzyıllarda bu yapıtların büyük orkestralarla, giderek tınısı zenginleşmiş keman çalışlarıyla dinlemeye alışığız. O zamanlar böyle çalınırdı, ses bu kadar duyulurdu, yorumcu kendi süslemelerinde özgürdü, diyerek müzikolojik bir kulakla dinleyenler için çok ilginçti. Ama dediğim gibi daha parlak, daha canlı yorumlara alışmış olanlar bilmem Barok müzik deyince sevdikleri müziğin özgün olanını mı yoksa çağlar içinde zenginleşmiş olanını mı yeğ tutarlar!
Talât Halman’ı yitirmek
Türkiye’nin yetiştirdiği ender aydınlardan biriydi Talât Halman. En önemlisi birikimini, bilgisini paylaşmayı, öğretmeyi kendine görev edinmişti. Son nefesine kadar ders verdi. Araştırmaları, çevirileri, şiirlerindeki yaratıcılığı çok az entelektüelde toplanan özelliklerdi. Yurtdışından Türkiye’yi gözlemleyip, yurtiçindeki çalışmalarıyla da sanat dünyamızın her dalını desteklemişti.
Kültürümüzdeki kavram kargaşasından söz ediyorduk taa 1990’daki bir televizyon programında. Şöyle demişti Talât Bey: “Terimlerle uğraşmaktan kavramları düşünmeye vaktimiz olmuyor. Gerçek entelektüel alanda her şeyden önce kavramların incelikleri, nüansları ve yeni felsefi düşünceleri ifade etmeleri üzerinde duruluyor. Halbuki biz hâlâ sözcükler üzerinde duruyoruz. Bu bir nevi tembellik. Asıl önemli konunun üstünde durmamak için biz ayrıntıdaki terimler üstünde duruyoruz. Kavgalar hep terimler üstüne oluyor. En kısa zamanda en elverişli terimleri saptayıp, bundan sonra artık düşüncelerin ve kavramların derinliğine inmeliyiz.” Aslında bu görüş bugün için de geçerli. Talât Halman gibi birçok yönlü bir aydının yeri nasıl dolar acaba?
10.12.2014 Cumhuriyet