Nihayet Farklı Bir Aida

KEMAL KÜÇÜK

Diapason

Aspendos  festivali'nin son 5 yılında hep aynı Aida’yı  izlemekten gına geldiğini baştan söylemeliyim. Bunu şaka yollu DOB yetkililerine de aktarmıştım defalarca. 2000 yıllık Roma tiyatrosu Aspendos’un doğal dekoruna uyum sağlayan bu 3 saatlik eserin, geçtiğimiz yıllarda seyirci kaybettiğini de görüyorduk. Nihayet, Aytaç Manizade’nin yepyeni bir anlayışla sahnelediği Aida, Aspendos Festivali’nin açılışına bir yenilik getirdi. İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin yapımı olan bu yeni Aida, bu sezon İzmir Adnan Saygun Salonunun sofitasız sahnesine de “cukoturacak” bir prodüksiyon.

Hep yurt dışında pazarlanan bir festival olması gerektiğine inandığım Aspendos, bakanlıkları birleştirilen kültür ve turizmi, ancak böyle bir araya getirebilirdi! Ama önce Aspendos’a farklı bir simge operabulmak gerekiyordu. İtalya’nın ünlü Arena di Verona’sının alâmet-i Fârika’sıolan Aida’yı Aspendos’un da simgesi haline getirmek, gereksiz ve anlamsız bir taklit olabilirdi; Oldu da…

Yıllarca İtalyan Rejisor Vincenzo Grisostomi Travaglini’ nin görkemli antik Mısır dekorları ve çok kalabalık (250 kişilik) bir kadro ile sahnelediği Aida, eğlendirici,şaşaalı ve Verdi’nin bu eserde öykündüğü Meyerbeer tarzı,  görkemli bir Fransız Grand Operası’nın gerekleri düşünülerek sahneleniyordu. Ancak bu hiçbir yenilik getirmeyen rejide, hareketli ve şenlikli  ilk iki perdede sunulan görsel zenginlik, özellikle ikinci perdedeki geçit töreninde sahneye at ve deve gibi hayvanların da çıkarılması ile bir sirk gösterisine dönüşüyordu. Marşlarla bezeli bu gösteri, sıcak yaz gecesinde antik tiyatroyu dolduran izleyiciyi eğlendirse de, santsal anlamda  demode ve salt etkiye dayalı bir vitrin düzenlemesinden öteye geçmiyordu. Hele danslarda Sergei Trechenko’nun çocuk balecilerin Kızılderili danslarına gönderme yapan koreografisi, kendi başına güzel olmasına karşın, rejinin genel mantığıi çinde  sırıtıyordu. Oysa Aida, çok popüler olmasına karşın, Verdi’inin, akılda kalıcı marşlar ve etkili bale sahnesi  ve bir iki melodisi dışında müziksel açıdan zayıf bir eseridir. Edebi açıdan zayıf librettosu ile 4 perdelik Aida’yı günümüz izleyicisine izlettirebilmek için,  aşırıya kaçmayan  buluşlar  ve tadında soyutlamaları içeren yönetmen dokunuşları gerekir.  

1871’de Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın Kahire Opera Evi’nin açılışı için Giuseppe Verdi’ye  sipariş ettiği  Aida, bestelendiği yıllarda, operada ihtişam ve gösteriş konusunda eline su dökülemeyen Meyerbeer’in  opera anlayışına yakındı. Kısa bir süre sonra opera dünyasının terk ettiği bu anlayışı, Türkiye’deki küçük sahnelerde canlandırmak, bu günün seyircisi için bir “kitsch” olmaktan öteye gidemez; Kaldı ki, Aspendos’un geniş sahne alanında bile, her yıl getirilen yabancı misafir solistlerin performansını ikinci planda bırakan bir görsel şenlik olmaktan kurtulamıyordu.

Egzotizmi sömürmeden de etkiliyor!

Nihayet bu yıl, Aytaç Manizade, Aida’nın  egsotizmini sömürerek gösteriş yapmak yerine; iyi  soyutlanmış minimal simgesel dekorlar ve buna uygun iyi stilize edilmiş kostümler içindeki koroyu da sahne hareketinde daha işlevsel kullanarak, daha az oyuncu ile  aynı etkiyi vermeyi bilmiş. İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin solistleri ile birlikte iki misafir sanatçı, bu yeni Aida’ya güç katmış.  Sahnede sesi ve oyunculuğu ile devleşen bir Amneris izliyoruz. Koyu ve güçlü alt sesleri, mükemmel bir teknik ve Verdi operalarında (Otello hariç) güçlüce ortaya çıkarılmamış karakterlere karşın, iyi bir Amneris çizen mezzo Elena Gabouri, bas Burak Bilgili ile birlikte sahnede yıldızlaşıyor. Annesi Rus babası Suriyeli mezzosoprano  Gabouri, büyük bir ses. St.Petersburg ve sonra Ecole Normale de Musique’i bitirmiş. Paris’te yaşıyor. Arena di Verona’da  aynı rolde sahneye çıkan sanatçı, son yıllarda aranılan bir mezzo ve bu rol için çok iyi bir seçim olmuş. Uluslararası alanda tanınan bas Burak Bilgili, iyi tanıdığımız hayranlık uyandıran ses rengi, sahne duruşu ve yorum gücü ile çok iyiydi.

Sahne yaşamının getirdiği sürprizler, bazen hem sanatçı hem de izleyici için kazanç oluyor! Aida rolü için angaje edilen İtalyan soprano Fiorenza Cedolins rahatsızlığı nedeniyle gelemeyince, aynı rolü son anda üstlenen Evren Ekşi’den izledik. Çok güçlü bir performans gösteren Ekşi, yaşlıca bir yabancı ses  yerine, hem olgun hem daha genç bir sesin  yeterli olduğunu gösterdi. Özellikle piyanolarındaki rahatlık ve nüanslı yorumu ile çok dengeli ve etkileyici idi. Radames’te operamızın sürekli misafiri Enrique Ferrer, İstanbul’da oynadığı Radames’ten daha doğal ve rahat bir oyunculukla göz doldurdu. Geçmiş rollerinde  sıcak renkli sesi ve göğüsten çıktığı üst seslerdeki gücü ile alkış toplamaya alışan genç tenor,  Aida’da rolüne yakışan ve karşısındaki oyuncuyu da motive eden bir performans gösteriyor. Amonasro’da Tamer Peker, güçlü ama nüanssız ifadesini Aida’da değiştirmiş gibi…Karakterine iyi adapte olunca sağlam tekniği ile oyunculuğum da var diyor! Firavun rolünde bas Hasan Alptekin, koyu ten rengi ile makyaj yapmadan çıktığı sahnede, dolgun tonları ile etkileyici. Haberci’de  Serkan Taylan ve Rahibe’de Filiz Güneş, oyunu düşürmeden, yeterli katkıyı sağladılar. Tulio Gagliardo yönetimindeki İzmir Opera Orkestrası, izleyiciyi bir akvaryumda hissettiren inanılmaz bir sıcak ve nemli ortama karşın başarılıydı. Özellikle yaylı sazların etkileneceği ortamda, homojen bir saund ve gruplar arasındaki dengeyi korumayı başardılar. Sahne üstüyle senkron da iyiydi. İzmir’deki temsillerde, çok daha iyi bir ortamda çalacaklar.

Koreografisini Uğur Seyrek’in yaptığı bale sahnelerinde, rahibelerin dansı çok etkileyici. Antik Mısır kültürünün ve mimarisinin çeşitli simgelerini içeren, stilize edilmiş  dekorlar, sadelik içinde,  egzotik geçmişe günümüzün estetik değerleri ile de yaklaşarak etki yaratılabileceğini gösteriyor. Verdi’nin bir çok atraksiyondan sonra aslında son iki perdeye sakladığı, konu ile müziksel anlamın birlikte yükseldiği Nil sahnesinde; tarihi ortamı, antik kültürü ve dramatik yoğunluğu sahneye konan büyük bir timsahın temsil etmesi bile bu yeni rejinin özündeki çağdaş estetik anlayışı çok güzel ortaya koyuyor. Aytaç Manizade’nin bu buluşu, dekoratör Çağda Çitkaya’nın bu tür çalışmalara kattığı yüksek simgelem gücü ile birleşince hep günümüzle bağ kuran ama ayağı hep yere basan etkileyici sahneler oluşturuyor. Bunda Ayşegül Alev’in hep entelektüel bir süzgeçten geçip, yüksek bir estetik bakışla hazırladığı kostümlerin tamamlayıcı rolü büyük. Eserin finalinde karşılıklı iki beyaz lazer ışığın oluşturduğu göğe yükselen üçgen, piramitlerin  ezoterik geçmişinde saklı girift ilişkilerin, Aida’daki gibi öykülerin, günümüzdeki  izleyiciye yansıyan soyut bir dışa vurumu sanki.

Bu yeni Aida yorumu, İzmir’de de  görülmesi gereken bir yapım.

Ekim 2014 Milliyet Sanat


Yazarın Diğer Yazıları

  • Devlet Opera ve Balesi "Ali Baba"nın Çiftliği mi?
  • Nihayet Farklı Bir Aida
  • Devlet Opera ve Balesi Yaşamalı; Ama Nasıl?
  • Opera-Balemiz Telif Kıskacında
  • Son Kullanma Tarihi Geçmiş Bir Opera Anlayışı: Lale Çılgınlığı