ERSİN ANTEP
Defter
Türkiye’de festival düzenlemek zordur! Hele o festivali sürdürmek daha da zordur. Esasen sanatçı olmak ve hatta sanatsal çalışmayı sürdürmek; çok daha zordur.
Doğuş Grubu’nun düzenlediği ve Yücel Canyaran’ın sanat yönetmenliğini üstlendiği D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali bu yıl 31 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında 10. kez sanatseverlerle buluştu. Her akşam farklı bir atmosfer yaşatan festivalde, apayrı düşünceler hasıl oldu. Şöyle aldığımız notlara bir göz atalım…
31 Temmuz akşamki açılış konseri, Fazıl Say eserlerinden oluşturuldu. Konserin başında Doğuş Grubu CEO’su Hüsnü Akhan bir konuşma yaparak festivalin 10.yılını değerlendirdi. Akhan konuşması boyunca, duyduğu heyecandan dolayı adeta yerinde duramadı. Ardından Piyanist Ayşegül Sarıca’ya Festival Onur Konuğu şildini takdim etti. Sarıca, kısa teşekkür konuşmasında yakın zamanda kaybettiğimiz sanatçıları andı. Festival Yönetmeni Yücel Canyaran ise, festivalin temasının, bizzat konserlerin düzenlendiği D-Marin Turgutreis Çekek Alanı’ndan esinlenilerek “denize dair” olacağını bildirdi. Konserin ilk yarısında Fazıl Say’ın “Water” adlı piyano konçertosu seslendirildi. İkinci yarıda sunulan, Say’ın son eseri ve festival siparişi olan “Hermias-Yunus Sırtındaki Çocuk” eserinin metnini Özen Yula yazmıştı. Anlatıcı usta Tiyatrocu Selçuk Yöntem, Vokal Solist Serenad Bağcan, Çocuk Solist Laurenz Sartena, Piyanist Fazıl Say, şef Naci Özgüç idaresindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile sahneye çıktı. Bildik Fazıl Say akorları, ritimleri, modülasyonları ile örülü, Yöntem’in güçlü hitabeti ile dikkat çekici hale gelen bir eserdi. Özgüç, keskin vuruşlarıyla orkestrayı doğru yönlendirdi. Orkestra ise; hayli dikkatliydi.
Önceden şu soruyu sorardık: “Acaba Fazıl Say eserleri, kendisi de icracılar arasında olmadığında aynı etkiyle seslendirilebilir mi?” diye… Seslendirilebildiğini gördük. Şimdiki sorumuz ise şöyle: Acaba bu şahit olduğumuz ve iyiden iyiye kolaj tekniği gözlenen Fazıl Say eserleri; bir monotonlaşmanın göstergesi mi, yoksa tıpkı bir Picasso veya Gaugen tablosunda, ressamın icra karakteristiğini ortaya koyan fırça darbeleri mi?
Soğanı doğrayıp yağda belli bir derecede ve sürede kavurmak, sonra salça eklemek ve sulandırarak sosunu hazırlamak; pek çok yemeğin ortak harcıdır. Kullanılan malzemeyi doğramak, pişirme sürelerini ayarlamak; kişiseldir. İster üzerine mantar, ister tavuk, ister bamya ekleyin… O yemek, sizin sosunuzun ana harcını oluşturduğu bir versiyondur adeta… Acaba bu belirgin akorlar, ritimler, renkler; Fazıl Say besteciliğinin temeli olan sos ya da harç mıdır?
İkinci akşam günbatımında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası Flüt Sanatçısı Bülent Evcil ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Arp Sanatçısı Çağatay Akyol’un konseri vardı. Nispeten ağır, çoğunlukla dingin bir repertuar icra edildi. Zevkle dinlenen müzik, bir ara fazla dinginlikle monotonluğa girme riskine yaklaştı. Neyseki korkulan olmadı. Ancak Evcil’in artistik icradan kaçınması da dikkatlerden kaçmadı.
İkinci günün gece konserinde şef Prof. Rengim Gökmen idaresindeki Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası(DÇSO); Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası sanatçılarıyla sehpalarını paylaştı. Kemancı Sancar Sapayev kendisinden beklenenin altında bir icra gerçekleştirdi. Hasan Gökçe Yorgun ise, Cihat Aşkın’ı kalın yayda hatırlatan tok icrasını beklendiği şekilde gerçekleştiremedi. Üstelik ezgiyi de yetiştiremedi. Genç solistler içinde Çellist Dorukhan Doruk ise, hem orkestrayla bütünleşti, hem de leziz bir icra ortaya koydu. Üç Tenor solist içinde Şenol Talınlı, memleket ezgisi Azeri türküde bir harikaydı. Ayhan Uştuk ise, üçlünün daha önce konserlerine kıyasla, sahip olduğu müzikalitenin zengin renklerinden ve ses tellerine pek yakıştırdığı şan becerisinden uzaktı. Aykut Çınar ise, hem artikülasyon sorunları yaşadı, hem de birkaç kez detone oldu. Ciddi bir konsantrasyon sorunu vardı. Esasen 5/8’lik ritimli türkülerde, onlar da muallakta kaldı. Zira şef Gökmen, orkestraya ritmi köşeli vermekten kaçındı. Tereddüt, solistlere de sirayet etti.
Şef Rengim Gökmen ve yardımcılarının, DÇSO öğretici ve organizasyon ekibinin büyük çabaları var. İlk yıllardaki konservatuarları gezerek hem destek olmak, hem de icracılığında ilerlemiş çocukları seçmek; son yıllarda Gökmen’in üstlendiği görevlerdeki idari yoğunluktan dolayı biraz aksamıştı. Artık, DÇSO projesine zaman ayıracağını ümit ediyoruz.
Üçüncü akşamın günbatımında Tiyatrocu Meltem Cumbul, Piyanist Şevki Karayel ile birlikte, Chopin ve aşık olduğu kadın George Sand’ı bir araya getirmek için sahnedeydi. Çoğu dinleyici, ya program broşürünü okumak zor geldiğinden, ya broşürde istenen bilgiler kolayca bulunamadığından ya da sonradan basılan konser eser broşürleri altta kaldığından dolayı; ne olduğunu pek anlamadı. İki ayrı dinleyici kitlesi, tek etkinliği, farklı duygularla izledi. Bir kısım George Sand’ın mektupları üzerinden eseri takip etti, bir kısım ise; Meltem Cumbul’un kendini anlattığını zannetti. Usta Piyanist Şevki Karayel en doğru seçimi yaparak, bir anlatımlı müzik anlayışı içinde Chopin müziğinde nüans ve tempolarda oynamalar yaparak, atmosfere yakıştırdı. Cumbul ise pek kolay konsantrasyonunu dağıttı. Kelime tekrarları yanında teatral üslubu aşan kahkahaları ve yüzü, Cumbul izleyicisine değil ama, George Sand ve Chopin izleyicisine çok geldi.
Üçüncü gece konserinde şef Oğuzhan Balcı idaresindeki Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, şef Çiğdem Aytepe’nin çalıştırdığı Ertuğrul Oğuz Fırat Korosu’ndan 8 kişilik bir grupla birlikte; “sıra dışı kemancı”, yani “klasik müzik sırasından çıkmış kemancı” Vanessa Mae konseri için sahneye çıktı. Konser başlamadan, Mae’deki tuhaf haller ortaya çıkmaya başladı. Kontratında olmasına karşın orkestrayla provaya çıkmaması, kendi 5 kişilik müzik grubunu provaya göndermesi, üstüne üstlük orkestranın haberi olmadan provada kayıt yaptırarak, o prova kaydı üzerinden orkestradan çıkarılmasını istediği çalgı gruplarına dair haber göndermesi, son dakikaya kadar orkestra şefi ve festivalin sanat yönetmeniyle görüşmemesi; beklenmedik hareketlerdi. Mae’de bir sıkıntı olduğu belliydi. İşin ilginci, notasız çalışan kendi grubunun verdiği “pek eski” notaları; dinlediği kayıtlardan çıkardığı transkriptler ile karşılaştıran şef Balcı’nın karşılaştırması ve ölçü yanlışlarını ortaya çıkarmasıydı. Mae’nin grubu ölçü hatalarından haberdar bile değildi. Elbette kimse, klasik eğitimden gelen Mae’nin bu denli insanlara ve meslek etiğine dair saygısızlığını beklemezdi. Sonuçta özellikle koro ve orkestra, Vanessa’nın ve grubunun aşırı açtırdıkları mikrofon seslerine karşın, muazzam bir iş çıkardı ve profesyonelliğini ortaya koydu. O sahneye geldiğinde kendi grubu dışında kimseye pas vermeyen, daha önce Türkiye’de geldiği İstanbul, Antalya’nın yanında Bursa’nın da adını anıp, sonra da birlikte sahnede olduğu orkestranın o şehrin orkestrası olduğunu söyleyebilecek kadar farkındalığı olmayan Vanessa Mae, konser sonunda hem koroya, hem de orkestraya hayran kaldı. Sahneye geldiğinde şefin elini dahi sıkmayan, başkemancıyla göz göze bile gelmeyen Mae, Çince sözlü parçada harikalar yaratan koroyu ve orkestrayı ayağa kalkmaya davet etti, yetmedi şefe giderek elini tuttu ve seyircilere takdim etti. Şef Balcı da o arada espriyi patlattı: “Nice to meet you”(tanıştığımıza memnun oldum)… Bence de Mae o anda Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’nı gerçekten tanıdı. Bu arada Bodrum’daki ilginç yaklaşımları dolayısıyla Mae adına menejeri ve klavyecisinin de çeşitli platformlarda özür dilediğini belirtelim. Orkestrası içinde adeta ritmik sekmelerle bir ara neredeyse konseri provoke edecek olan ritim gitarcıya tezat; flüt, soprano ve bariton saksafon da çalabilen klarnetçiyi, sağlam ritmik becerisiyle bas gitarcısının göz doldurduğunu da ekleyelim.
Konser sonrası pek çok izleyici; Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’na doyamadı, gelecek yıl mutlaka farklı bir program ve solistle festivalde ağırlanması gerektiğini dile getirdi.
Festivalin son günbatımı konserinde İzmirli Piyanist ve akademisyen Demet Eytemiz, İzmir Devlet Opera ve Balesi Solist Sanatçısı Eylem Demirhan Duru’ya eşlik etti. Piyanist Eytemiz, iyi bir eşlik rolündeydi ve ön plana çıkmaktan kaçındı. Solo seslendirdiği eserde aldığı hızlı tempo hariç, iyi bir icra çıkardı. Bu icra, akademisyenliğe kendini fazla kaptırmış ve piyano eşliği yapanların yaşadıkları monotonlaşma handikapının çok uzağındaydı.
Doğru seçilmiş repertuarda özellikle Duru’nun Almanca aryalardaki artikülasyon mahareti; duyulmaya değerdi. Bunun yanında eser açıklamalarında anlatım, eser icralarındaki teatral becerisi göz doldurdu. Ancak tiz tonlarda sıkça vibrato kullanması ve detonasyondan kaçınmaya çalışması dikkat çekti. Operacılarda yaygın biçimde rastlanan, çıplak sesle açık havada söyleme endişesi, bu konserde de geçerliydi. Halbuki mikrofon sistemi, piyano ile denge sağlanmasında ve kendi sesini duymada sorunlar yaşatabiliyor. Belki de solist mikrofon kullanmasaydı, tiz vibratolarındaki detonasyon da ortaya çıkmayacaktı. Kimbilir belki de detonasyonu engellemek için vibratoları kullanıyordu. Ancak her ne olursa olsun; sahnelerimiz gayet hoş, başarılı, iyi icracılıkta daha ileri noktalara eğilimli bir solisti kazanmış görünüyor. Eylem Demirhan Duru’nun yolu ve yüzü, hep böyle açık olsun!
Festivalin son konserinde Jose Cura, Fatma Said’i de yanına alarak, Moskova Şehir Senfoni Orkestrası ve Rusya Filarmoni Orkestrası adını taşıyan iki orkestranın karmasıyla oluşturulan topluluk önünde, konuk şef Sergey Tararin’in de katkılarıyla zevkli bir konser gerçekleştirdi. İlk aryasına, seyircilerin arasından sahneye yürüyerek başladı ve hoş karşılandı. Ardından kendisi de orkestrayı yönetmeye koyuldu. Galiba buna gerek yoktu. Zira bazı klişe orkestra şefi hareketleri dışında, orkestracıların kendisinden aldığı veya alacağı pek bir şey yoktu. Yönettiği eserlerde öyle bariz bir dönemsel karakteristik de ortaya çıkmadı. Ancak şan eserlerindeki solistlik icracılığı, o denli rahattı ki; beğenmemek mümkün değildi. Fatma Said daha deftere bağlı kaldı, kalmalıydı da! Ancak Cura; o rahat, tecrübeli, sempatik, karizmatik icrası ve haliyle; eminim ki herkesi kendine hayran bıraktı.
Ne olursa olsun festivalin geçen yılki zirve konseri Angela Ghegorghiu konseri unutulmuyor. Son yılların en büyük ve güzel konserlerindendi. Adeta bir rüyaydı. Bu yıl Vanessa Mae ile çok uçlara gidilmesini, festivalin dinleyicisi garipsemedi ve arada alandan ayrılmadı. Belki bir 10.yıldönüm akide şekeri olarak görüldü. Mae’nin tenezzül ettiği hareketler; ne festivali düzenleyenler, ne kendi ekibi, ne de orkestra tarafından öngörülebilirdi.
Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’nın ve Ertuğrul Oğuz Fırat Korosu üyelerinin üstün icraları; öyle kolay kolay unutulmayacaktır. Başkaca yorumlar yapmak veya tevatürler doğurmak, Orkestra ve koroya yarar sağlamayacaktır. İyi icracılığıyla Orkestra ve koro, işini layıkıyla yerine getirenler tevazusundan çıkmamalıdır.
10. D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali bıraktığı ilginç tatlarla sona erdi. Ne yapıp edip, şimdiden usta şefler, solistler ve orkestraların takvimine girmek üzere, 11. festivalin çalışmalarına koyulmalı!
13.8.2014 / Radikal