Önceki sabah Paris’te yaşamını yitiren piyanist Verda Erman, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda Rana Erksan ve Ferdi Statzer’in öğrencileri olmuş, 6660 sayılı Yasa’yla 1957’de Paris’e gönderilmişti. Paris Konservatuvarı’nda Lucette Descaves’in öğrencisi olmuş, ayrıca Lazare-Levy ile çalışmış, 14 yaşında mezun olmuştu.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın solist sanatçı kadrosunda yer alarak toplulukla nice konser vermiş, kimi konçertonun ilk çalınışını yapmıştı.
1971’de devlet sanatçısı oldu. Napoli’de Casella, Paris’te Marguerite Long- Jacques Thibaud, Kanada’da Montreal ve New York’ta Edgar Lewenritt uluslararası piyano yarışmalarından ödüller kazandı. CD kayıtları ise Beethoven, Berg, Chopin, Haydn, Schubert, Brahms ve U. C. Erkin’in yapıtlarını kapsar.
Onun kısa bir süre içinde lenfomadan ölümü müzik dünyamız adına büyük bir kayıp.
Verda Erman’ı 1990’da Güneş gazetesi için yaptığım bir söyleşiyle anmak istedim:
Verda Erman ile 28 Mayıs 1990 tarihinde Aya İrini’de vereceği konserden bir gün önce konuşmuştuk. Dünyanın hemen bütün kıtalarında çaldığını anlatıyordu. Onca yıl onca değişik dinleyici görmüştü, ama sanatçı ile ençok kaynaşan dinleyiciyi Doğu Bloku’nda bulduğunu söylüyordu:
“Halk sizi dinlerken sizinle bütünleşiyor, başka hiçbir yerde rastlayamazsınız bu yakınlığa. Dinleyiciyle ilişkiyi kopartmak veya sürekli bir alışverişi sağlamak icracının elinde: Teknik zorlukları yenip esere tümüyle hâkim olduktan sonra başlıyor her şey. İşte o zaman henüz tanımadığınız bir kentin bilmediğiniz bir sokağındasınız. Önemli olan çaldığınız yapıtın ruhuna varabilmek, sizin olan imzayı atabilmek, kişiliğinizle çaldığınız müziğin birleşmesi.”
Yıllar geçtikçe yoğun sanat dünyasına kendini kaptırmış pek çok sanatçı, nereye gidiyorum, bugüne kadar ne yaptım, daha neler eklemeliyim, nasıl bir yolda yoğunlaşmalıyım gibi sorular sorar. Verda Erman’a yıllarla hangi görüşlerinin değiştiğini sorduk.
“Giderek, çaldığım an büyük bir güç hissettiğimi ve dinleyicimle daha sıcak bir ilişki kurabildiğimi fark ediyorum. Bir de az ve öz olmayı seçmek gerek. Her piyanist zamanla kendine en yakın gelen eserleri seçiyor, onlarda yoğunlaşıyor. Ben de bunu amaçlıyorum. Kişiliğimle uyum sağlamış eserlerin derinine inmek, onlarda yeni tatlar aramak istiyorum. Böylece otuz-kırk tane konçerto değil, benimle özleşen on konçerto olsun.”
Verda Erman en çok Romantik dönemin yapıtlarını, Chopin, Schumann, Schubert ve Rachmaninof gibi bestecileri seviyor. Ya dinlemek için? Bütün gün müzik çalıp çalıştığı halde yine de dinlemeye zaman ayırıyor. Bach ve Mozart hâlâ herşeyin üstünde onun için. Şimdilerde opera dinlemeye merak sarmış: “Hele Mozart’ın operalarından ne çok şey var öğrenilecek.”
- Müzik dünyasının dışında bir Verda Erman düşünmek? Ben her dakikasını müzikle yaşamayan, müziğin dışındaki insanlara hep özenmiştim. Gündelik kaygıları, kendilerine göre işleri, uğraşları olan normal insanlara. Böyle bir süreçten geçmeyi bir kez aklıma koydum. Komşuluklar, yemek tarifleri, mutfakta geçen dakikalar. Ancak üç ay sürdü. Öylesine birlikte büyümüşüm ki piyanomla, başka türlü yaşamam söz konusu değilmiş, anladım.
- Uzun yıllaryurtdışında yaşayan bir sanatçı olarak ülkemizdeki müzik dünyasını nasıl görüyorsunuz?
Gençliğin klasik müziğe karşı artan ilgisi çok sevindirici. Benim çocukluğumda İstanbul’da daha yoğun bir sanat ortamı vardı. Dünyanın en ünlülerini dinlerdik. Bugün İstanbul gibi bir kentte yalnız festival süresince değil bütün bir yıl aynı yoğunlukta, canlı bir müzik ortamı yaşanmalı. Bu arada müziği yönlendiren kişilerin daha çok müzik uzmanı olmaları; yurtdışından öğretmenler çağırılıp belli ekoller kurulmasına ön ayak olunması gerekiyor.
> Verda Erman ile 28 Mayıs 1990 tarihinde Aya İrini’de vereceği konserden bir gün önce konuşmuştuk. Dünyanın hemen bütün kıtalarında çaldığını anlatıyordu. En çok romantik dönemin yapıtlarını seviyordu. Bach ve Mozart ise hâlâ herşeyin üstündeydi onun için.